18 Mart 2009 Çarşamba

AYNALAR

      Oyhan Hasan Bıldırki - İbrik İbrik, Oyhan

      Sarışın adam, basık tavanlı odasında bir ileri, bir geri dolaştı. Sağa sola baktı, olmadı. Sonra bir sigara yaktı. Kibritin yandığı kısa an içinde mutlu olduğunu, sönmesiyle de yapayalnız kaldığını hatırladı. Yaşamak ne güzeldi! Fakat yüreği kasıp kavuran anılarla yaşamak zordu… Adam, bunu biliyordu.
      Hangi derdine, neden, nasıl yansın? Ah yanmak! Bu, tatlı bir şeydir. Ama onunki ayrı, apayrı. İşte onu bitiren, tedirgin eden de bu. Öyle ya… Ne olduysa anlatamamasından, yanlış anlaşılmasından oldu. Bilirsiniz, aynı elektrikle yüklü kutuplar birbirini iter ya, işte öyle…
      Gerçi ne sarışın adamın, ne Minikuş’un düşünceleri bir aşk paralelinde toplanıyordu. Sarışın adam, böyle düşünüyordu. Bu onun, Minikuş’a karşı olan duygusunu yok sayması da değildi.
      Sarışın adam sıkkındı… Dudağında sonu gelmeyen türküler vardı. İş olsun diye söylüyordu bunları ama olmuyordu.
      Sevdi, hayır dediler…
      Sevildi, hayır dediler…
      Vazgeçti, hayır dediler…
      İftiralar, dedikodular veryansın edildi. Sarışın adamdan Minikuş’a çıkın çıkın dedikodu. Minikuş’tan sarışın adama çuval çuval. Taşı, taşıyabilirsen. Yeter diyemezdi, yeter denilmezdi ki eloğluna, iki bulur, bir sokuşturur, üç ederdi.
      Gözleri daldı, sonra dolu dolu oldu. Sarışın adam hınçlıydı, öfkesini kusuyor, ağlıyordu. Kendi kendine mırıldandı:
      - “Kaçak hayatı yaşamaktan elimize geçen ne? Kupkuru bir birimizi anlamamakta ısrar etmek veya şişirilmiş masallara inanmak! Haksız mıyım?”
      Kim bilir? Belki haklıydı, belki haksız.
      Yaşamaktan caymıştı! “Seversin…” diye başladı ilkin.  Sonra; “Yo… Olmadı. Yeni baştan!” dedi. “Anlıyor musun?” Gerçekte hiçbir şey anlamıyordu. Bu çıkışlar neydi, nedendi? “Sevmezsin!” dedi ikinci defa. Bunu da benimsemedi. Sonra; “Hayır, hayır!” dedi. “Gayet iyi biliyorum. Minikuş’u sevmeyi düşünmedim. Fakat ona hayrandım… Bu hayranlığım yanlış anlaşıldı.”
      - “Yoo, yoo…Öyle değil!”
      - “Evet, sanırım öyledir!”
      “Ben, Minikuş’u değil, onun sayesinde yarattığım duygularımın Minikuşu’nu seviyordum. Fakat Minikuş, onu da aldı benden. Onun yüzündendir bu tedirgin oluşum, sokak sokak gezmelerim.”
      Söner gibi olan sigarasını yeniden yaktı. Ağzı zehir gibi olmuştu. Sigarasını dolan küllüğün içine bıraktı. Sonra, radyodaki eski bir melodiye kulak verdi. Nağmelerin etkisinden olacak, iliklerine kadar ürperdi. Onda yanlış anlaşılmanın acısını duydu, hüznünü yaşadı. Melodi bitti, hafif tonda müzik bitti. Fakat dertler bir türlü bitmiyor.
      - “Halbuki…” dedi. “Dertlerin bitmesi, acıların dinmesi elimizde değil mi? Belki aynı şartlar altında beraber bulunacağımız zamanlar olmayacak mı? İşte böyle anlarda, ne sen, ne ben üzülmeliyiz Minikuş. Öyle değil mi? Hoş, öyle olsa da, sen aldırma! Ben, çaresine bakarım.”
      Şimdiye kadar hep iyi şeyler düşünmüştü. Çok defa iyi şeyler düşünenler kaybederdi. Sarışın adam, bunu biliyordu. Üst üste gelen, sağanak sağanak yağan düşünceleri yüreğini sıkmış, aklını başından almıştı. Gittikçe ağırlaşan, baştan ayağa yürek kesilen vücudunu taşımak zordu. Sancılarla yaşamak, nefesini keser olmuştu. O halde niçin yaşıyordu? Bunu anlamak, gerçekten güçtü.
      Sigarasını tazeledi, bir koltuğa çöktü. Gecenin karanlığını dinledi uzun uzun. Köpek ulumalarına kulak kabarttı. Horoz seslerini bekledi, olmadı. Avuçlarının arasındaki başının ağırlığına katlanamadı. Doğruldu. Hafiften hafiften güldü.
      - “Çekiver kuyruğunu gitsin! dedi. “Ne olacak?”
      Aynalı odaya geçti. Kahkahalarını artırdı. Eliyle yüzünü, çenesini yokladı. Aynada yüzüne baktıkça, suratını astı, yumurta çenesini beğenmedi, sevemedi. Ya elleri? Aman Allah’ım! Kaş göz berbat! Ya gülen çehresi? Ne gülmesi? Surat, surat değil, sanki mezbelelik. Kahkahalarını artırdı. Kendinden iğrendiği besbelliydi. Bütün aynalar ona düşmandı sanki. Aksini, dilediğince göremiyordu.
      Hoş, görse ne fark eder?
      Aynalar düşmandı…
      Aynalar yalancıydı.
      Aynalar parçalandı! Tuz buz oldu.
      Ortalığa kan sıçradı.
      Sarışın adam bir güldü, iki güldü. Sonsuza kadar koyuverdi kahkahalarını.
      - “Elveda Minikuş… kuşum!” diye inledi.
      O kadar!
      Sonra gün ışıdı, salası verilmedi.

      Oyhan Hasan Bıldırki

Hiç yorum yok: