5 Ekim 2008 Pazar

YONTULMADIK

Manzara
Akşam Güneşi
      Nezaket Pide Salonu tıklım tıklım doluydu. İlçenin sayılı, temiz, ucuz doyum yerlerinden biri olduğundan mıdır, nedir, memuru, işçisi, esnafı, boşta gezeni bu salona uğrar, aç olan karınlarını sıralı sırasız doyurmaya çalışırlardı. Hava sıcaktı. Tavanda elektrik gücüyle dönen pervaneler, herhalde yalnızca yukarının sıcaklığı üzerinde etkili oluyor, arada bir serin havayı aşağılara bırakıyordu. O zaman, havanın hareketli girdabına yakalanan sinekler, masaların üzerine düşüyor, tabağa, bıçağa veya çatala konuyorlar. İçeriyi dolduranlar, bu sevimsiz durumdan memnun olmasalar bile, küçük yaratıklarla başa çıkmak için herhangi bir şey yapmıyorlardı.
      Tezgâhın başında kısa boylu, şişman, sol yanağında siyah bir beni olan gençten birisi durmaksızın çalışıyor, verilen siparişleri yetiştirmeye uğraşıyordu. Arada bir yanındaki yardımcısına sesleniyordu:
      - Hamur kes! Yumurta ver! Kıymanın içine biraz daha maydanoz koy!
      Yardımcı, denilenleri sırasıyla yapıyor, hamur kesiyor, yumurta çırpıyor, kıymaya konulacak katkıları hazırlıyor. Bu arada her ikisi de vıcık vıcık terliyor. Fırının alev kusan kapağı açılıp kapandıkça, aç midelerin guruldamasına sebep oluyor, bizimkilerin de çekmek zorunda oldukları azaplarını artırıyor. Usta, kesilen hamurları açıyor, mermer tezgâhta şap şup dövüyor, biraz kıymadan alıyor, üzerine yumurta gezdiriyor, alev kusan fırının ağzından içeriye bırakıyor.  Yardımcı, ustanın hiçbir hareketini kaçırmıyor. Arada ayakçılar dolaşıyor, boşalan masaları temizliyor, yeni gelenlerden arzularını soruyorlardı.
      Seslendim.
      - Ayran! dedim.
      - Hay hay! dediler.
      Getirilen ayrana bir çimdik tuz attım, içtim. Duyduğum sıcaklık diner gibi oldu. Sıra beklemenin verdiği sancıdan, az da olsa uzaklaştım. Bana servis yapılabilmesi için, önümdeki bir iki kişiyi daha beklemem gerekiyordu. Vakit geçirebilmek amacıyla dışarıya bakıyordum. Dışarıdan “albeni”si olan vitrin, pek de öyle değildi. Ayakçı, dışarıya çıkıyor, müşteri çağırıyor, elindeki kirli, nemli bezle vitrinin ön kısmını parlatıyordu.
      Duvarda resimler, takvimler… Türlü çeşitli. Neden hoşlanıyorsan, ona bakabilirisin. “Karpuz”, sahici gibi. Üstelik serin. “Kirazlar, elmalar”, bir içim su. Ya renk renk, boy boy ülke resimleri? Hepsi güzel, her şey yerli yerinde. Ama şu beklemek olmasa…
      Fırın kapağı yeniden açıldı. Kızaran pideler çıkarıldı, doğrandı, yağlandı. Damağımda açlığın verdiği lezzet.  Utanmasam, yanımdaki arkadaşın tabağına uzanacağım.
      Yeniden:
      - Ayran! dedim.
      Getirdiler.
      Sineklerde bir bayram. Alttan üstten geldiler, sağa sola kondular. Ayakçılardan biri kolonya sıktı. Sinekler, bu defa tavana doğru hücuma geçti.
      Tam bu sırada, iri kıyım, sırtı yelekli, sakalı biraz uzamış, esmer tenli, üstü başı yer yer beyaz lekeciklerle dolu birisi, kapıda gözüktü. Geldi, karşımdaki masada boşalan yere oturdu.
      Ayakçı sordu:
      - Tek? Bir buçuk? Çift?
      - Çift! Acılı olsun. Ayran da isterim.
      Tezgâhı döven usta, başını salladı. Yüzünü kararttı. Yukarıya seslendi.
      - Hamur gönder!
      - Tamam, usta!
      Telefonun zili çaldı. Yardımcı ahizeyi aldı, uzatabildiğince ustasına uzattı. Olmadı.
      Usta, telefona koştu. Konuştu.
      - Tamam, beyim! Hay, hay! Başımızın üstünde yeriniz var! Buyurun! Hemen!
      Ayakçılardan birini çağırdı.
      - Oğlum Ali! dedi. Nezih Beyler gelecek. Derhal bir masa boşalt. Hemen servis yap. Elini çabuk tut, olur mu?
      - Peki usta.
      Ayakçı, denileni yaptı. Masa hazırlandı. Kapıda bir araba durdu. Nezih Bey takımı indiler, hazırlanan masaya geçtiler. Siyaset yasağının kalkmış olmasının verdiği rahatlık içinde, memleketin durumundan konuştular. Yanlarında, yeni kurulan bir partide görevli, eski bir politikacı vardı. Yüksek perdeden o konuşuyor, berikiler dinliyor, biz de ister istemez kulak misafiri oluyorduk.
      Eski politikacı:
      - Maya tuttu, diyordu, tabanımız sağlam. Üstelik başka bir paşaya karşılık, paşamızı çıkardık. Göreceksiniz, ilk seçimde iktidarız.
      Hemen hepsi, nezaketen de olsa, onu doğruladılar. Yalnız eski ilçe başkanı Nezih Bey, merakını yenmek için olmalı, sordu:
      - İlçe teşkilatlanmasına hemen geçecek misiniz?
       Eski politikacı, “anladım” dercesine Nezih Bey’e baktı. Gülen gözleriyle ona işaretini verdi.
      - Derhal! Tabanımız hazır, dedik ya!
      Çatal, bıçak, bardak, tabak sesleri duyuldu. Nihayet benim pidem önüme kondu. Yemeğe başladım. Yeniden:
      - Ayran! dedim.
      Aldıran olmadı. Çünkü ayakçılar, Nezih Bey takımına hizmette yarışıyorlar.
      Karşı masada oturan, sıvacı veya boyacı olan, çift acılı pide ısmarlayan iri kıyım adam, sabırsızlandı.
      - Usta! dedi. Benimkiler ne oldu? Aman bakıver, yanmasınlar!
      Usta, bıyık altından güldü.
      - Patlamadın ya? Acelen ne?
      - Acelemiz yok.
      - Yok-muş!
      - Yok, ya!
      - Yok da niye dırlanıyorsun?
      - Sıra çiğniyorsunuz. Biz, efendilerden önce geldik, isteğimizi söyledik. Boyuna bekliyoruz. Az daha beklersek, açlık başımıza vuracak, iskelet olacağız.
      - Sabret!
      - Niye?
      - Seninki yolda. Hem, sabrın sonu selamettir.
      Nezih Bey, yeni ilçe başkanlığını çantada keklik saydığından olacak, ayakçılardan papyonlu olanına seslendi.
      - Oğlum! Şu radyonun düğmesini çevirsene, dedi, neşeli bir şey vardır, dinleyelim.
      Radyoda bir iki neşeli türkü. Nezih Bey takımı hareketlendi. Bazıları masa kenarına elleriyle vurarak, türkücüye tempo tuttular. Az sonra türküler bitti. Sözlü reklâmların ardından, ara haberleri okunmaya başladı. Ben, öteden beri haberlere dikkat kesilirim. Kağıt peçeteyle elimin, ağzımın, bıyıklarımın yağını sildim. İrkildim.
      Spiker, heyecanlı bir sesle:
      - … karar gereğince, diyordu, feşmekân parti kapatıldı. Falan filancalar falan yerde ikâmete tabi tutulacak. Ayrıntılı bilgileri daha sonraki ana haber bültenimizde dinleyebilirsiniz.
      Derhal Nezih Bey takımına baktım. Sus pus olmuştular. Kimi ezik, kimi öfke dolu bir görünüşe bürünerek, apansızın geliveren acı haberi dinlediler. Hepsinin boğazında lokmaları düğümlendi. Eski politikacı kızardı, sarardı.
      - Hemen kalkalım, dedi. Ankara’yı aramalıyım.
      Kalkmak için hazırlandılar. Ayakçılarda bir telaş. Sanki elleri ayaklarına dolaşıyor. Bu yüzden olmalı, hizmet yarışını aniden bırakır gibi oldular.
      Birisi;
      - Durulacak zaman değil! dedi.
      Nezih Bey, kırık bir tonla ustaya seslendi.
      - Hesabı yazıhaneme gönder!
      - Baş üstüne!
      - Güle güle beyim.
      - Güle güle efendim!
      Fırın kapağı açıldı, bir yanık kokusu duyuldu. Usta, kim bilir hangi umudun peşinde koşuyor… Yanık, çift acılı pideyi kendisi doğradı, bıçak dururken, kaşıkla yağladı. İri kıyım adamın önüne koydu.
      İri kıyım adam, gürledi.
      - İstemem, kaldır! dedi. Gidi yontulmadıklar. Sizde bu terbiyesizlikler varken, daha çok sıra çiğner, hatırlılara arka çıkar, pideyi yakarsınız. Yalnız pideyi mi? Keşke öyle olsa! Namınızı da, onları da, şunları da, beni de. Al, kaldır! Zaten açlığım da geçti. Hesap lütfen!
      27 Temmuz 1983

      Oyhan Hasan Bıldrki

      Söke Ekspres Yıl: 45 Sayı: 13603 26 Temmuz 2007 Perşembe

Hiç yorum yok: