15 Eylül 2009 Salı

RÜYÂMDIN, GERÇEĞİM OLDUN


        “Kırmızı şal takmam gerekli mi?”
        “Hayır. Otobüsü biliyorum. Seni tanırım.”
        Kulaklarımda bu sözler çın çın! Garajdayım. Bu defa vaktinden çok önce geldim. “Endişeler içinde kıvranmaktansa, orada olmalıyım.” düşüncesine kaptırmışım yakamı. Kalbimin atışlarını dinlemeye çalışsam da, duyamıyorum. Günlük güneşlik bir hava; pırıl pırıl… Gelecek günlerimizin işareti sanki.
        Bir aşağı, bir yukarı geziniyorum. Fikrimce otobüsün duracağı yeri kestiriyorum. Bu noktaya gelecek, ben de şurada durmalıyım diye düşünüyorum.
        Kalbimde hiçbir heyecan yok. Geleceğini biliyorum.
        Ama zaman bir türlü geçmek bilmiyor. Sana ayarlı saatim, en ağır işleyen yük trenleri gibi ilerliyor. Ya da ben dakikalara fırsat vermiyorum. Henüz biri bitmeden, hemen saatime bakıyorum. “Öf!” yine aynı yerde, yine aynı dakikada.
        Sen, otobüstesin şimdi. Bana geliyorsun. Gözlerin açık, kim bilir hayâlindeki kaçıncı resme bakıyorsun? Belki de bildik gözlerime dalmış, güneşin verdiği huzur içinde, “güneş”ini düşünüyorsun.
        Ben de öyleyim. Az sonra bizi selamlayacak olan güneşin ipini çekmek istiyorum.
        Ama zaman bir türlü geçmek bilmiyor. Kafam, senli düşüncelerimin baskınına uğramış.
        İnan, bu durum bana keyif veriyor. Varsın bu baskınlar, ömür boyu sürsün. Katlanırım!
        Bir aşağı, bir yukarı gidip geldim. Meydanı birdenbire dolduruveren güvercinlere daldım. Hepsinin gözlerinde “kavuşma bayramı”nın sevinçleri vardı sanki.
        Ama zaman bir türlü geçmek bilmiyor.
        Güvercinler kanatlandı, mavi gökyüzünün en yükseğine doğru uçtular, uçtular…
        Kitabın yanımdaydı. Şiirlerin geliverdi aklıma.
        Oturma koltuklarından birine iliştim. Bak iliştim diyorum, rahat oturmadım. Birden fırlamak, koşup sana yetişmek, boynuna atılmak için; nasıl oturulursa, öyle oturdum.
        Ama zaman bir türlü geçmek bilmiyor.
        Şiirlerini sindire sindire yenibaştan okudum. Yeniden mısralarına dökülmüş hayatımızı, kare kare yaşadım. Arada bir de olsa, kalbimin şahlanışlarını görmeni çok isterdim. Gözlerin, ellerin, saçların düştü aklıma. Gökkuşağı, dolunay ve güneş… Her güne dönmesini istediğim senede bir günler!
        Okudukça, kalbim kanatlandı. Güvercinler gibi mavi gökyüzünün en yükseğine ulaşmak için çırpındı.
        Güneş yakıyor. Sıcaklığını kemiklerimde hissediyorum. Senin sıcaklığın kalbimde. Senin sıcaklığın damarlarımda usul usul yürüyor.
        Sen, otobüstesin şimdi. Bana geliyorsun. Gözlerin açık, kim bilir hayâlindeki kaçıncı resme bakıyorsun? Belki de bildik gözlerime dalmış, güneşin verdiği huzur içinde, “güneş”ini düşünüyorsun.
        Biliyorum, aynı sesler senin de kulaklarında çın çın!
        “Kırmızı şal takmam gerekli mi?”
        “Hayır. Otobüsü biliyorum. Seni tanırım.”
        Mutlaka; “Acaba?” demişsindir, mutlaka.
        Otobüs henüz görünmedi.
        Kulaklarımda çın çın sesler:
        “Yum gözlerini, hayâl et!”
        “Öyle yapıyorum!” “Hayâl dünyama kapanıyor ve son dediğini çözmeye başlıyorum…”
        Allah, Allah! İnsan, hele seven insan, yolda yolcusu olan insan; uyanıkken de rüyâ görüyor.
        Şiirlerin dudaklarımda, aklım fikrim sende.
        Şu otobüs bir gelse…
        Şu otobüs bir gelse!
        Derken otobüs görünüyor. Kontrol kulesinde durduruldu. Kalbimde sıcak duyguların akını var. Aklımda acabaların bas-kını.
        “Acaba geri mi dönecek bu otobüs?”
        “Yoksa bir tanemi almadan mı geldi?”
        Çok sürmedi, kulenin önündeki makas açıldı, otobüs hareketlendi.
        Karalaştırdığım noktada durdum, seni bekliyorum.
        Hay Allah, yanılmışım…
        Otobüs, az ötede bütün yolcularını indirmeye başlamaz mı?
        Valizim elimde, koştum. İnişinle birlikte sana, “Merhaba!” demeliydim.
        Mavi gökyüzünü tutan güvercinler, yeniden meydana indi.
        Onları ürkütmek istemiyordum.
        Yürümedim, sana koştum.
        Koştum…
        Omzunda sırt çantan, elinde kırmızı valizin, sen de bana doğru geliyordun.
        Gözlerimi yoklamadım bu defa, acaba rüyâda mıyım diye.
        Hayır hayır, işte kokun burnumda.
        “Kırmızı şalın da yok ama, seni tanıdım, görüyor musun?”
        Gözlerinde gülücükler, gözlerimde gülücükler.
        “Yoksa şalındaki kırmızı, mavileşti mi?” diye soruverdim.
        Sadece gülümsedin canım, sadece gülümsedin.
        Kucaklaştık, kollarımdaydın.
        Alnından, yanaklarından öptüm seni.
        “Hayret!” dedin, “Nasıl çıkarabildin beni?”
        “Gözlerin hiç değişmemiş!” dedim. “Gözlerin hiç değişmemiş…”
        Gülüştük, kalbimizde birbirimizin sıcaklığı, yürüdük.
        Kavuşma bayramındayız!

        Oyhan Hasan Bıldırki

Hiç yorum yok: